Ara Güler
2008/02/24
ARA GÜLER
http://www.fotomuhabiri.com/roportaj/araguler/araguler.html
-''DEVLET SANATÇILIĞI GİBİ KAVRAMLAR ANCAK KOMÜNİST ÜLKELERDE OLUR.''
-''ÖLMEDEN BİR GÜN ÖNCE ARŞİVİMİN TAMAMINI YAKMAK LAZIM, YOKSA KİLOYLA SATARLAR ULAN!''
-''MEVCUT FOTOĞRAFLARIMDAN 5 ALBÜM DAHA ÇIKARTILABİLİR AMA LÜZUM O KADAR DA. HERKESİN TEK İŞİ GÜCÜ SEN DEĞİLSİN Kİ!"
-''100 FOTOĞRAFLA HATIRAYA KALMIŞ DURUMDAYIM AMA 80 BİN DİAM VAR DAHA KUTULARINDA BAKILMAYI BEKLEYEN.''
-''FİLMLERE, FOTOĞRAFA HOYRAT DAVRANANA TAHAMMÜL EDEMEM. HAYAT MECMUASINDA ÇALIŞIRKEN BİR SÜRÜ ADAMI ‘FİLME HÜRMETSİZLİK’ SUÇUNDAN KOVMUŞUMDUR."
http://www.fotomuhabiri.com/roportaj/araguler/araguler.html
-''DEVLET SANATÇILIĞI GİBİ KAVRAMLAR ANCAK KOMÜNİST ÜLKELERDE OLUR.''
-''ÖLMEDEN BİR GÜN ÖNCE ARŞİVİMİN TAMAMINI YAKMAK LAZIM, YOKSA KİLOYLA SATARLAR ULAN!''
-''MEVCUT FOTOĞRAFLARIMDAN 5 ALBÜM DAHA ÇIKARTILABİLİR AMA LÜZUM O KADAR DA. HERKESİN TEK İŞİ GÜCÜ SEN DEĞİLSİN Kİ!"
-''100 FOTOĞRAFLA HATIRAYA KALMIŞ DURUMDAYIM AMA 80 BİN DİAM VAR DAHA KUTULARINDA BAKILMAYI BEKLEYEN.''
-''FİLMLERE, FOTOĞRAFA HOYRAT DAVRANANA TAHAMMÜL EDEMEM. HAYAT MECMUASINDA ÇALIŞIRKEN BİR SÜRÜ ADAMI ‘FİLME HÜRMETSİZLİK’ SUÇUNDAN KOVMUŞUMDUR."
RÖPORTAJ: Abdurrahman Antakyalı Türk fotoğrafının “duayen” ismi Ara Güler, 11 Kasım 2005 tarihi akşamı Çankaya Köşkü’nde düzenlenen ve devlet protokolünün hazır bulunduğu bir törenle “Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Ödülü”nü Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in elinden aldı. Aşağıda tam metnini okuyabileceğiniz bu röportaj, Ara Güler ile ödülünü aldığı günün ertesi sabahı, sevgili Atila Cangır'ın Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi'ndeki odasında başladı, "Usta"nın davetimi kırmayıp Anadolu Ajansı Fotoğraf Servisi'ni ziyareti sırasında tamamlandı.
Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Ödülleri'nden birine de siz layık görüldünüz. Aldığınız bu ödülü nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu ödül devlet sanatçılığının üzerindedir bence. Zaten Devlet Sanatçılığı kavramına da karşıyım. Geçtiğimiz sefer 80 kişiye verildi. Şarkıcılar falan sanatçı ilan edildi. 80 kişiye verilen ödülü düşünün 5 kişiye verileni düşünün bir de. Devlet sanatçılığı gibi kavramlar ancak komünist ülkelerde olur. Oralarda göğüsleri madalyadan geçilmeyen bir sürü adam görürsünüz, ama pazarda 5 kuruşa satılıyordur o madalyalar.
Sanatçı olarak tanımlanmayı şiddetle reddediyorsunuz. İçinde “sanat” kelimesi geçen bir ödülü almak tedirgin edici mi sizin için?
Doğru. Fotoğraf sanat falan değildir deyip duruyorum millete. O zaman denmez mi "Eee... Madem öyle diyorsun da ne demeye bu Cumhurbaşkanlığı Sanat Ödülü’nü aldın!" diye. Neyse ki ödül kültür hayatına katkı yapanları da kapsıyor! Bizler görsel tarihçiyiz. Tarih, sanattan daha önemlidir bana soracak olursan. Geçtiğimiz yaz 77. yaşınızı kutladınız. Geriye dönüp "keşke şunu da çekseydim" diye hayıflandığınız çok şey oluyor mu?Çoktur be yahu, yığınla! Birçok fotoğraf olmuştur. Konunun önünden geçerken ya makinanız yoktur ya da üşenmiş, tembelliğiniz tutmuştur, çekmemişsinizdir. Bir daha oraya gittiğinizde kaybolmuştur. Doğada olay öyledir, bir daha tekrarlanmaz. Bu yaşamın realitesidir.
Eser üretenler genelde bu cümleyi kamuoyu ile paylaşmasalar da sizin "çektiklerim içinde en çok beğendiğim budur" dediğiniz bir fotoğraf var mı?
Sirkeci’de bir tramvayın önünde at arabasını çeken arabacının fotoğrafımı öyle severim. Tam anında çekilmiş bir fotoğraftır, denk gelmiş ve ben de uyanık davranmışımdır orada. Saniyelik bir olaydır. Bir saniye sonra o buluşma anı yoktur! Saniyenin 1/250'sinde fotoğraf üretiyoruz. Bir saniyenin içinde 250 fotoğraf ''an''ı var yani ve siz doğru anda üreteceksiniz. Bir dakika, öylesine çok uzun bir süredir ki fotoğraf çeken için.
Ama Allah yazısı önündeki kadınların fotoğrafı ön plana çıktı.
O çok basıldı da ondandır! 1956 yılında Edirne'de çekmiştim. Bin yerde çıkmıştır en azından, sayısını hatırlayamam. Posterlerde yer almıştır. Ondan daha mühim fotoğraflar vardır ama dediğim gibi çok baskısı yapıldığı için insanlar o fotoğrafı "en iyi" olarak görmekteler.
Ara Güler denince bu fotoğraf akla geliyor, getiriliyor. Bu sizi rahatsız ediyor mu?
O fotoğraf da iyi bir kompozisyona ve düşünceye sahiptir. Çok basılmasının gerekçesi de odur.
Kenarda kalmış, insanlarla paylaşmadığınız yani gün ışığına çıkmayan önemli fotoğraflarınız var mı?
Çok var. Bunlar öne çıkanlardır. Mevcut malzemeden rahatlıkla 5 kitap daha yapabilirsiniz. Lüzumu yok o kadar da. Herkesin tek işi sen değilsin ki. Milletin işi var gücü var; karısını gezmeye götürecek, yemeğini yiyecektir. Bir fotoğrafı seyretmektense dolma yemek daha keyflidir bence de.
Fotoğraf çekiyor musunuz hala?
Tabii çekiyorum. Ama çok bozuldu İstanbul'un görselliği. Modern şeyleri çekmeyi pek sevmiyorum. Memleketin ağzına ettiler de ondan çekecek birşey kalmadı!
Çektiğiniz bir fotoğrafın ''iyi'' olduğunu nasıl anlıyorsunuz?
Deklanşöre bastığım anda çektiğim fotoğrafı kağıdın üzerinde hissediyorum. "Bu iyi fotoğraf olur" diyorum karta basılmışını kafamda canlandırıp.
Şimdi bilgisayar üzerinde bakılıyor ama fotoğraflara...
Bilgisayar da kimi zaman işimize yarıyor. Temiz baskı, renk düzeltmeleri; bunlar iyi çok iyi şeyler. Ancak esas fotoğraf negatif filme çekilen fotoğraftır benim için.
Filme çekmenin duygusal yoğunluğu mu size daha fazla geliyor?
Emeği fazla olan şeyin değeri de fazla olur. Çünkü onunla çok uğraştığınız için seversiniz ve böylece o fotoğrafa daha yakın his duyarsınız. Dijital teknolojiyi sevmememin nedeni makinelerin, cep telefonlarının, fotoğrafı dört köşe formatta çekmesi. Oysa Leica'nın 24 'e 36 'lık formatı müthiş iyi hesaplanmıştır. Çok doğru ve estetiktir o dikdörtgen. İnsan beyni ve gözü için milimetrik doğru hesaplanmıştır bu ölçü. Sevmiyorum diğer formatları.
Bir röportajınızda ''Keşke herşey deklanşöre basmakla bitse'' demiştiniz...
Fotoğrafı çektikten sonraki en ciddi sorunlardan biri, çekilen fotoğrafın seyredenine nasıl sunulacağıdır çünkü. Bu hala belli değildir. Diyelim kitaba basacaksınız, bir türlü çerçeve oturtulamamaktadır. Dik fotoğrafı iki tam sayfaya nasıl basacaksınız! Millet evirip çevirecek mi kitabı her seferinde! Yan fotoğrafı da iki tam sayfa bastığınızda aynı sorun var, fotoğraf ortadan bölünüyor, cilt çizgisi araya girip bence fotoğrafı öldürüyor. Fotoğrafta sunum olayı daha çözülememiştir. Bir de saklama derdi var çekilenleri.
Arşiviniz ile ilgili ne tür çalışmalar yapıyorsunuz?
O konuya hiç girme, b.ktur o iş. Hiçbir şey yaptığım yoktur o konuda.
Yapmayın! Onlar en önemli kültür hazinelerinden biri bu ülkenin...
Ölmeden bir gün önce hepsini yakmak lazım, kiloyla satarlar yoksa ulan! Türkiye'nin arşividir ama dünyadan da çok önemli fotoğraflar var.
Picasso'dan Hitchcock'a kadar...
Doğru, daha fazlası da var. Magnum'a bakarsan benim yaptığım işi yapan bir dolu adam görürsün. Şimdi arşivler üzerinde çalışmalar arttı ve bunları da internet üzerinden insanlara sunuyorlar ama ne kadarını? Philip Jones Griffith mesela... Çok iyi bir foto muhabiridir. "İnternette arayın da bakalım ne kadar fotoğrafı var?" dedim yanımdakilere, baktık o kadar az fotoğrafı var ki. Benim bildiğim birçok fotoğrafını koymamışlar mesela oraya. Sitelere koymazsan insanlar bilmiyor fotoğraflarını şimdi bir de bu halt çıktı! Kompüterde ne kadar varsa o kadar çekmişsin zannediyorlar. Binlerce fotoğrafı var fotoğrafçıların yahu."Arşivimi ölmeden önce yakmak lazım, yoksa kiloyla satarlar!"
Benim de gelmek istediğim konu buydu. Sizin sadece gün yüzüne çıkardığınız fotoğraflarınızla mı yetineceğiz?
Diğerleri orada, kutularda duruyor.
O kutularda duranları bilgisayar ortamına aktarmak için bir şeyler yapıyor musunuz?
Sıfır! Hiçbir şey yaptığım yok o konuda. Bazılarını taradık, onlarla web sitesi yapıyorlar benim için. Biraz Magnum Ajansı çalıştı üzerinde ama ne kadarını yapıyorlar ki! Topu topu 500 - 600 tane. Cartier Bresson'un adını yazıp arama yaptık taş çatlasa 500 tane fotoğrafı çıktı. Cartier Bresson saatte 500 kare fotoğraf çekiyor ulan! Gerçi işin bir de şu yönü var: Bir insan çektiği 15-20 resimle tarihe kalırsa büyük iş yapmış olur. Ben 100 resimle hatıraya kalmış durumdayım ama 100 tane değil ki hepsi, 80 bin dia var evde kutularda. Çıkartmaya korkuyorsun yerlerinden tekrar yerine nasıl koyacaksın diye.
Asistanlarınız yok mu bu işi yapan?
Ne asistanı yahu. Asistanım yok benim.
O kadar büyük bir arşivde aradığınızı nasıl buluyorsunuz?
Mesela Burma kutusunun yerini biliyorum. Baka baka kafama kazınmıştır artık. Birisi isteyince elimi atar tak diye bulurum istenilen filmi. Bazen biraz uğraştığımız oluyor.
Peki bir çözüm düşünüyor musunuz bunun için?
Envanterini çıkarmak gerekir diyorlar, doğrudur. Ama nasıl olacak bu? Benim yerime birileri bu işi yapsın desem nasıl bilebilecekler neyin ne olduğunu. Tarihlerine göre tasnif edilmemiştir çektiklerim. Mesela, Hindistan ile ilgili çektiklerim bir kutudadır ama 12 kez gitmişimdir Hindistan'a! Bir dolu kutu vardır böyle. Hangisinin hangi tarihte çekildiğini, hangi kentte çekildiğini nereden bilebilecekler? Ben başlarında durayım desem fotoğraf çekmeye vakit kalmayacak. Arşivle uğraşılacağına fotoğraf çekmek daha iyi gibi geliyor bana. Bu arada tanınmış fotoğraflarımın hepsi yüksek çözünürlüklü olarak taranmıştır. Ancak onlar taranırken bir şeyi fark ettim. Meşhur denilen o karelerin önü ve arkası yoktur, tek karedir. Ne kadar aptallık değil mi? Tramvayın önünde at arabasını çeken arabacının filmi tozlanmıştı. Suyun altına sokup tozunu alayım dedim film eridi gitti. Allahtan elimde baskısı vardı da röprodüksiyonunu yaptırdım. Hatta korkudan 20 kopya yaptırmışım. Ancak bu işlem sırasında netlik kayboluyor, siyah rengin tonu değişiyor. Neyse ki dijital teknoloji var ki sıfır kayıpla bu işlemi yaptırabildim. Bundan iki üç yıl önceki şartlarda olsaydık gitmişti fotoğraf!
Filmlerin uygun koşullarda saklanmadığında önce sirke kokusu yaydığı sonra da görüntünün bulunduğu emisyonlarının kaybolduğunu biliyoruz. Sizin arşiviniz uygun koşullarda mı saklanıyor?
İçine filmlerimi koymak için asitsiz kağıtlar yaptırdım ama ısı koşulları hiç kontrollü değil. Oda sıcaklığında duruyor filmler. Hatta üzerlerine yağmur yağdığı bile olmuştur bazılarının. Üzücü ama herkesinki böyle. Cartier Bresson'un arşivini de gördüm öyleydi, bilmem kiminki de öyle. Magnum şimdi böyle bir çalışma yapıyor ama bana filmleri çok da kuru tutmamak gerekir gibi geliyor.
Filmlerinizi bir uyarı yazısı ile matbaalara verdiğiniz söyleniyor. Nasıl bir yazı bu?
Evet. Tam metni şöyledir o yazının: ''Dikkat!!! Grafiker, resim seçici, redaksiyon, matbaa işlemlerinde çalışanlara mühim nottur. Elinizdekiler birer Ara Güler fotoğrafıdır. Bu fotoğraflar işlemde iken çay, kahve, gazoz, fanta ve benzeri meşrubatlarla fotoğraflara yaklaşılmaz, fotoğrafların civarında yemek yenmez ve içki içilemez, fotoğraflar ıslak veya sıcak yere, örneğin vantilatör veya kalorifer üzerine konulamaz, üzerine öksürülemez, ıslak veya pis ellerle tutulamaz, yakınında sigara içilemez ve yüksek sesle konuşulamaz.’’Matbaalarda adamlar fotoğrafı basarken yanında köfte yiyor çünkü, yağını filme damlatıyor. Filmlere, fotoğrafa hoyrat davranana tahammül edemem. Hayat mecmuasında çalışırken bir sürü adamı "filme hürmetsizlik" suçundan kovmuşumdur. Fotoğrafların boyutu kendi matbaalarındaki cihazların boyuna uymuyor diye kenarından kesmeye kalkıyor. Hakları yoktur buna. Kendi gazetesinden daha mühimdir çünkü benim fotoğrafım! Çünkü o fotoğraf tarihe kalacaktır o gazete kağıdının ise ertesi gün kıymeti yoktur artık, paket yaparken kullanırsın. Benim fotoğrafım öyle midir oysa, daha sonra defalarca kullanılacaktır.
Fotoğraflarınızın uluslararası yayın organlarında yayınlandıkları da göz önünde tutulursa evrensel oldukları konusunda da şüphe yok. O dönemde bunu nasıl yakaladınız? Döneminizin foto muhabirlerinden sizi ayıran özellik neydi?
Eski foto muhabirleri arasında iyileri vardı ama benim şansım vardı. Uluslararası yayın organları ile iletişimimi iyi kurdum. Bende şeytan tüyü de vardır. Ayrıca fotoğraf çekmek sadece deklanşöre basmakla yapılacak iş değildir. Entelektüel birikiminizin olması gerekir. Resme de, tarihe de, müziğe de, edebiyata da meraklı olmanız gerekir. Orhan Kemal, Yaşar Kemal ile aramızda fark yoktur. Onlar yazıyla bakar dünyaya ben fotoğrafla...
Diğer foto muhabirlerinde bu yok muydu?
Bir de çok fotoğrafçı girmek istese bile giremez bu ortama. Bu bir fotoğraf çetesidir. Başını da en büyük çete olan Magnum çeker. Adamlar almıyorlar içlerine.
Life dergisinde de çok sayıda fotoğrafınız yayınlandı. Dünyada çok etkin bir dergiydi ancak kapandı. Neden?
Adamlar 50 Cent’e dergi satıyorlardı ama bazı aboneleri dağ başında oturuyordu ve posta masrafı 2 doları buluyordu. Kapandığı zaman 1 milyon 200 bin tirajı vardı. Düşünebiliyor musun? Bir dergi bu kadar satacak ama abonelerinden dolayı batacak! Ama oldu işte. Gerçi bakıyorum da Life’ın devri zaten bitmiş şimdi bu koşullarda.
Niçin?
İlan servisleri ele geçirmişler basını. Patronlar da para onlardan geliyor diye ne istiyorlarsa yapıyor. Gazetelere bir bakın, haberden çok ilan sayfası var. Habere de müdahale ediyor ilancılar. Çok fena işler dönüyor. Stern dergisini takip ederim hala. Beş altı sayfalık bir röportajın arasında bir o kadar sayfa da reklam koyuyorlar şimdi. Böyle olunca röportaj bin parçaya bölünüyor, tadı tuzu kalmıyor. Eskiden olmazdı bunlar. National Geographic’te bile bu böyle. Bırakın bizi, dünyada tadı kaçtı bu işin. Şimdi herkes sadece para peşinde. Paradan başka bir şey düşünmemeleri yönünde eğitim alıyorlar çünkü. Yani "her haltı yap, köşeyi dön" olmuş rehberleri. Ayıp kabul edilmiyor bu artık. Başarılı olan adam zengin olandır anlayışı hakim şimdi. Bu dönem Bethooven'i bile yerdi. O da bir halt olamazdı bu dönemde gibime geliyor.
Günümüzde web siteleri fotoğraf üreten kişilerin eserlerini dünyanın en ücra köşesindeki insanlara bile sunma olanakları yaratıyor. Sınırlı sayıda basılan kitaplarınızın ulaşmadığı yerlerdekiler bile şimdi bilgisayarlarına bir dokunuşları ile yaptıklarınızı kolaylıkla görebiliyor. İyi olan şeylerin altının daha kalın çizilmesine neden olmuyor mu bu?
Bu Bill Gates'in dünyaya armağanıdır. Çok mühim adamdır benim gözümde Bill Gates. İyi olanın altı senin dediğin gibi çizilmiş gibi duruyor ama adamın da elinden alınıyor onlar. Firmanın, Microsoft'un malı oluyor hepsi. Dünyaya mal olmak için büyük kapitalin malı olman gerekiyor, bu çok acı bir şey.
Herkes Ara Güler'e fotoğraf çektirmek istiyor, yorucu değil mi bu?
Bir romancı geliyor fotoğrafımı çek diyor, ben ona ''sen de yazarsın benim bir romanımı yaz'' diyor muyum! Bizim iş pek mühim gelmiyor demek ki insanlara.İmza isteyenler de çok oluyor. Geçenlerde ünlü fotoğrafçı Reza, "Ara usta film yıldızı gibi" demişti sizin için. Bir foto muhabirinin yüzünün çok tanınması, medyatik olması mesleki açıdan dezavantaj değil mi?Tabii ki... Mesela Henri Cartier Bresson Fransa'da De Gaulle'den daha çok tanınır. Ancak görsel olarak değil, isim olarak. Çünkü yüzünü göstermezdi. Röportaj yapmak isteyen televizyonlara, kameralarının kendisini ense tarafından çekmesi, yüzünü göstermemesi koşuluyla izin verirdi. Çünkü gittiği yerlerde yüzü tanınacağı için fotoğraflarındaki doğallığın kaybolacağını inanıyordu.
Sizin yüzünüz ne zaman tanınmaya başlandı?
Hep öyleydi. Ben o konuda çok şanssızım. Hep bilindi yüzüm. Çünkü devrin en çok satan mecmuası olan Hayat'ın her sayısında üç-dört röportajım çıkardı. Ahmet Emin Yalman'ın resmini koy bir de benimkini; beni daha çok tanıyorlardı o devirde de!
Sizi siyah beyaz fotoğraflarınızla tanıyor ve değerlendiriyor herkes. Oysa uzun süre renkli fotoğraflar da çektiniz, hala da çekiyorsunuz. Kendi adıma konuşacak olursam, bana renkli fotoğraflarınız da oldukça keyf veriyor. Bu konudaki genel tutumu nasıl değerlendiriyorsunuz? Siyah beyaz fotoğraflarınızla tanıyor ve değerlendiriyor herkes. Oysa uzun süre renkli fotoğraflar da çektiniz, hala da çekiyorsunuz. Kendi adıma konuşacak olursam, bana renkli fotoğraflarınız da oldukça keyf veriyor. Bu konudaki genel tutumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Çok iyi fotoğraflarım var renkli çektiklerim arasında ama bilmiyorum neden bu böyle... Belki de insanlar fotoğraf deyince sadece siyah-beyaz'ı algıladıkları içindir. Aslında siyah-beyaz ile renkli arasında fark yoktur fotoğraf açısından. Bazı konular vardır siyah-beyaz çekilmelidir bazıları ise renkli çekildiğinde daha güçlü olurlar. Kırk - elli yıl önce çektiklerim her yerde ama çoktandır siyah-beyaz çektiğim yoktur. Gelin, buzdolabıma bakın bir tane siyah-beyaz film bulamazsınız. Kullanmıyorum artık. Bu uzun yıllardır böyle. Magnum'da da çok siyah-beyaz kullanan kalmadı.
Renkli fotoğraflarınıza haksızlık yapıldığına inanıyorsunuz öyleyse...
Tabii ki... Çok güzel resimlerim var renkli. Onlar öyle kaldı. Aslında kalmadı "var"lar. Ancak daha sonra, sanki yeni çekilmiş gibi keşfedilecektir.
Fotoğraflarınız her yerde karşımıza çıkıyor, aldığınız telif ücretlerinden epey zengin olmuşsunuzdur herhalde...
Neredeee! Her yerden benim çektiğim ama benden izin alınmadan basılan bir fotoğraf karşıma çıkıyor. Bu konuda müthiş bir arsızlık var bizde. Bu yaştan sonra hangi birinin peşinde koşacaksın. Ama çok üzüyor bu beni.
Gününüzün ne kadarını fotoğrafa ayırıyorsunuz?
Tümünü... Başka bir şey yok ki hala hayatımda.
Etiketler: Ara Güler, fotoğraf, röportaj, sanat
posted by gildorx @ 2/24/2008 11:00:00 ÖS,