Reservoir Dogs
2007/12/07
Bağımsız film festivali Sundance’de büyük yankı uyandırmadan önce ilk çektiği film olan “My Best Friend’s Birthday”in (1987) kopyasının büyük bir kısmının (filmin sadece 34 dakikalık kısmı kurtarılabilmiş) yangın sonucu yokolmasıyla sinemaya adım atan Quentin Tarantino (QT), yılmamış olacak ki, tam beş sene sonra “Rezervuar Köpekleri” ile hedefi tam 12’den vurdu.
Kendisini bir sinefil olarak tanımlayan ve büyük ölçüde B-filmlerden, 70’lerde oldukça yaygın olan ‘istismar’ filmlerinden ve de Uzakdoğu sineması ile Fransız Yeni Dalgası'ndan beslenen QT, bunu filmlerinde de oldukça etkin bir biçimde hissettiriyor.
Aslında basite indirgediğimizde kes / yapıştır mantığı ile kotardığı filmleri öyle akıl almaz bir armoni ile birleştiriyor ve kendine has mizah anlayışı ve stilize şiddetiyle harmanlıyor ki, ortaya çıkan karışıma şaşmamak elde değil.
Konusu itibarı ile izleyiciye pek de yeni birşey sunmuyor “Rezervuar Köpekleri”. Birbirlerini tanımayan beş kişiyi bir soygun için biraraya getiren Joe Cabot (Lawrence Tierney) ve oğlu Nice Guy Eddie (Chris Penn)’nin, aralarına bir köstebek girmesi sonucu altüst olan planlarının etrafında dönüyor bütün hikaye.
Fakat mükemmel kurgusu sayesinde bu hikayeyi bambaşka okumamızı sağlıyor QT. Lineer olmayan anlatımı ve de sık sık kullanılan ‘flashback’ler aracılığı ile tek tek karakterleri tanıma fırsatı buluyoruz ve giriş sekansında şaşaalı bi şekilde “iş”e koyulan kahramanlarımızın filmin sonundaki çöküşlerini nasıl hazırladıklarına tanık oluyoruz.
Bu açıdan bakıldığında da film, yönetmenimizin seyirciyi ters köşeye yatırmayı sevdiğine işaret ediyor.
Bunun yanında hikayenin her yerinde kendini belli eden kara mizah anlayışı, QT’nun sonraki filmlerinin de temel taşını oluşturuyor. (Polisin kulağını kesikten sonra Mr.Blonde’un söylediklerine gülmemek elde mi acaba?)
Testesteron yüklü bir film olduğunu daha hemen başındaki o meşhur masa sahnesinde (ki kahramanlarımız burda Madonna’nın “Like A Virgin” parçası hakkındaki “tezlerini” ortaya koyarken, parçanın aslında büyük penisler için bir metafor olduğunu vurguluyorlar) ve de filmde görülen tek kadının öldürülmesiyle gözümüzün içine içine sokuyor.
Ayrıca Bay Turuncu (Tim Roth) ve Bay Beyaz (Harvey Keitel) arasındaki ilişkinin de bir baba – oğul motifini betimlediği su götürmez bir gerçek.
Çok düşük bir bütçeyle kotarılan ve akıllara kazınan müthiş replikleriyle, inandırıcı oyunculuklarıyla (herkes kelimenin tam anlamıyla döktürmüş), dahice kurgusu ve de harika müzikleri ile modern klasikler arasına çoktan girmiş olan “Rezervuar Köpekleri”ni hala izlememiş olanlar varsa bir an önce temin etsin ve arşivine katsın diyoruz. Tekrar tekrar izlenmeye değer kült mertebesine hakkıyla ulaşmış bir film.
Kendisini bir sinefil olarak tanımlayan ve büyük ölçüde B-filmlerden, 70’lerde oldukça yaygın olan ‘istismar’ filmlerinden ve de Uzakdoğu sineması ile Fransız Yeni Dalgası'ndan beslenen QT, bunu filmlerinde de oldukça etkin bir biçimde hissettiriyor.
Aslında basite indirgediğimizde kes / yapıştır mantığı ile kotardığı filmleri öyle akıl almaz bir armoni ile birleştiriyor ve kendine has mizah anlayışı ve stilize şiddetiyle harmanlıyor ki, ortaya çıkan karışıma şaşmamak elde değil.
Konusu itibarı ile izleyiciye pek de yeni birşey sunmuyor “Rezervuar Köpekleri”. Birbirlerini tanımayan beş kişiyi bir soygun için biraraya getiren Joe Cabot (Lawrence Tierney) ve oğlu Nice Guy Eddie (Chris Penn)’nin, aralarına bir köstebek girmesi sonucu altüst olan planlarının etrafında dönüyor bütün hikaye.
Fakat mükemmel kurgusu sayesinde bu hikayeyi bambaşka okumamızı sağlıyor QT. Lineer olmayan anlatımı ve de sık sık kullanılan ‘flashback’ler aracılığı ile tek tek karakterleri tanıma fırsatı buluyoruz ve giriş sekansında şaşaalı bi şekilde “iş”e koyulan kahramanlarımızın filmin sonundaki çöküşlerini nasıl hazırladıklarına tanık oluyoruz.
Bu açıdan bakıldığında da film, yönetmenimizin seyirciyi ters köşeye yatırmayı sevdiğine işaret ediyor.
Bunun yanında hikayenin her yerinde kendini belli eden kara mizah anlayışı, QT’nun sonraki filmlerinin de temel taşını oluşturuyor. (Polisin kulağını kesikten sonra Mr.Blonde’un söylediklerine gülmemek elde mi acaba?)
Testesteron yüklü bir film olduğunu daha hemen başındaki o meşhur masa sahnesinde (ki kahramanlarımız burda Madonna’nın “Like A Virgin” parçası hakkındaki “tezlerini” ortaya koyarken, parçanın aslında büyük penisler için bir metafor olduğunu vurguluyorlar) ve de filmde görülen tek kadının öldürülmesiyle gözümüzün içine içine sokuyor.
Ayrıca Bay Turuncu (Tim Roth) ve Bay Beyaz (Harvey Keitel) arasındaki ilişkinin de bir baba – oğul motifini betimlediği su götürmez bir gerçek.
Çok düşük bir bütçeyle kotarılan ve akıllara kazınan müthiş replikleriyle, inandırıcı oyunculuklarıyla (herkes kelimenin tam anlamıyla döktürmüş), dahice kurgusu ve de harika müzikleri ile modern klasikler arasına çoktan girmiş olan “Rezervuar Köpekleri”ni hala izlememiş olanlar varsa bir an önce temin etsin ve arşivine katsın diyoruz. Tekrar tekrar izlenmeye değer kült mertebesine hakkıyla ulaşmış bir film.
Aykut Özbalmumcu
Etiketler: eleştiri, film, Reservoir Dogs, sinema, soygun, Sundance, Tarantino
posted by gildorx @ 12/07/2007 02:47:00 ÖS,